World in my Viewfinder

21 Ekim 2019 Pazartesi

Russell, İktidar Aşkı ve Günümüz Siyaseti üzerine bir deneme




Toplumları ve insanlığı iyi analiz etmiş büyük zihinlerin fikirleri günümüzde halen geçerliliğini ve değerini arttırarak koruyabiliyor. Bertrand Russell’in 1938 yılında kaleme aldığı İktidar (Power) isimli yapıtından bu yana “taht oyunları”nın aslında çok da farklı oynanmadığına tanık oluyoruz. İktidar’ın ele geçirilip korunması adına tarihsel süzgeç içinden yapılagelenlere Russell’ın gözünden bakmak, Dünyayı biraz daha farklı algılamak açısından ilgi çekici olabilir.



İnsanoğlundaki güç (ya da iktidar) aşkının kaynaklarına inmeden bugünün siyasetinin önemli aktörlerini ve hamlelerini anlamak çok mümkün değildir. Bunun için önce doğru soruları sormakla başlamak gerekir. Russell işe tarihi bir soru sorarak başlıyor “Serhas (Xerxes), Atina seferine çıktığı zaman, besin yönünden de , üst baş yönünden de, kadın yönünden de bir eksiği mi vardı?” İşte bu temel sorunun yanıtı, insanoğlunu bildiğimiz diğer canlı türlerinden ayrıştıran temel farklılıkta gizli; yani her canlıda gözlenen temel iki ihtiyaç, hayatta kalmak ve çoğalmak dışındaki dürtülerin kaynağı nedir? Russell bu konuda farklı bir anektod da vermişti “Boa yılanı yiyeceğini yedikten sonra, tekrar acıkıncaya kadar uyur; eğer öteki hayvanlar aynı şeyi yapmıyorlarsa bu ya yiyeceklerinin yetersizliğinden ya da, düşmanlarından -Boa yılanınının korktuğundan- daha çok korkmalarındandır.”  Doyumsuz arzularla donanmış bir insanlığı anlamak için işe bu noktadan koyulmalı.

Altamira - 30 bin yıl öncesinden bir sesleniş
1948 yılında Abraham Maslow (1) Russel’dan bir miktar ayrışarak insanoğlunun temel 5 ihtiyacını hiyerarşik şekilde sıralamış, beslenme, barınma, sosyalleşme ihtiyaçlarını gideren insanın, egosunu tatmine ve son olarak da kendi potansiyelini gerçekleştirme etme yoluna yöneleceğini düşünmüştü. Kendisi hiç kullanmamış olsa da (2) bu hiyerarşi daha sonra aslında yanlış da anlaşılacak şekilde piramit olarak görselleştirilmişti; bir piramit aşağıdan yukarı inşa edilebilirken, insan bir motiften diğerine ara motifleri atlayarak geçebilirdi. Açık ki; hiç sosyalleşmeyen, her tür egolardan sıyrılmış pek çok insan en önemli sanat eserleri ile kendi potansiyellerini en üst düzeyde sergileyebiliyorlardı. Bu dürtüleri modern zamanlarla da kısıtlamamak gerek. 30 bin yıl önce yandaki gibi bir mağara resmini çizebilen Sapien türü de herhalde aynı şeyin peşindeydi; iz bırakabilme dürtüsü.

İnsanlığı diğer tüm canlılardan ayıran en temel özelliğin “öleceğini bilerek yaşayan bilinen tek tür” olması olduğu düşünülebilir. Çevresindeki tüm benzerlerinin ölüp yok olduğunu  görmesi bu temel “yok olma” korkusunun seviyesi de o ünlü “iktidar aşkı” motivasyonu ile yönetenlerle yönetilenler arasındaki farkı ortaya çıkarıyor. Russell bunu “…şan kazanmanın en kolay yolu iktidar kazanmaktır; bu özellikle, kamuyu ilgilendiren olaylarda eylemli rol oynayan kişiler için böyledir.” diyerek özetlemekte. En kolay yol zira, iktidar için eşsiz bir sese, benzersiz bir bilimsel dehaya, sıradışı yaratıcı yeteneklere sahip olmanız gerekmez. Peşinize takacağınız kitlelere, “müstakbel” iktidarınıza (parsaya) onları ortak edeceğinizi inandırmanız yeterlidir. İktidar ya da iktidar ortağı olmak, sonuçta çok da büyük çabalar sarfetmeden karnınızın ziyadesi ie doyması için yeterlidir. Jared Diamond çiftçilerin ve hayvancıların yönlendirilmiş “kendi istekleri” ile başlarındaki kişileri besledikleri bu düzene “kleptokrasi” adını vermişti (3); yani bir tür kurumsal hırsızlık sistemi. Özünde “kleptokrasinin” sürekliliği için çalışan ve üreten kitleleri, kendisi olmazsa istilacılara yem olacaklarına inandırmak zorunludur. O zaman kleptokrat, sürekli bir düşman bulmak, bulamıyorsa da yaratmak zorundadır; aynı Orwell’in 1984’te tanımladığı gibi (bkz. Orwell ile ilgili inceleme). Düşmanlığın olmadığı, barış içindeki bir Dünya düzeni kleptokratların en büyük kabusudur. Sistemin devamı için en elverişli nesne de -birgün öleceğini bilerek- “kahramanca” yaşamaya çalışan emekçidir. Hobbes’çu bir bakış açısı ile istila edilme korkusu ile yoğrulmuş emekçi, bir sosyal sözleşme çerçevesinde pek çok özgürlüğünü feda etmeye gönüllü olarak razı gelecektir. Aksi halde, derin bir kaos çukurunda kendi deyişi ile “doğal durumda” boğulmaya mahkumdur. Kleptokratların da türleri olmakla birlikte, en tehlikelileri, amaçlarına ulaşmak için diğer bir korku yönetim metodu inancı kullananlardır. Ölmeye ve yok olmaya mahkum insanı sözde “kutsal” bir davaya katılması yolu ile ölüm sonrası hayallere sığmayacak güzelliklere boğacak bir inançtan daha iç rahatlatıcı ne olabilir? İşin ilginci, korkuyu da umudu da pazarlayanlar hep aynı kişilerdir. 

Yukarıdaki temel sebepleri anlayan ya da bazen farkında olmadan kullanan politikacılar bugünümüzü de “korku yönetimi” yoluyla ölüm sonrası şana kolayca ulaşabilmek için şekillendiriyorlar. O zaman biz de, onların iktidarlarını sağlamak için kitleler üzerinde kullandıkları araçları Russel’dan alıntılarla özetlemeye çalışalım. Aşağıdaki bölümün italik alıntıları Mete Ergin tarafından çevrilmiş ve Cem Yayınevi’nce basılmış (2.Basım) Bertrand Russel’in yukarıda adı geçen eserindendir. 

Korku Yönetimi
İnsanlık tarihinde iktidarların kurumsallaşması neolitik ya da tarım “devrimi” olarak anılan dönem ile başladı. Tarım devrimi ile ektiğini biçen ve onu depolayan insanın, avcı-toplayıcı gelenekteki gibi kış aylarında yiyecek aramak üzere yer değiştirmesine gerek kalmadı. Bu nedenle daha dayanıklı evler yapması gerektiğinden, bunda ustalaşacak, dayanıklı barınma alanları ve yiyecek stoğu hızlı bir üremenin de önünü açacaktı. Hızlı nüfus artışı nedeniyle daha çok tarım ürünü gerekecek, araziler genişleyecek, “sahiplenilerek” etrafları çevrilecek, kışlık üretimin de merkezi depolarda koruma altına alınması ile istilacılardan kurtarılması hedeflenecekti. Bu da stoklanan ürüne göz kulak olacak korucular gerektirecek, bu korucuların da üreticiler tarafından beslenmesiyle tarım devrimi iş-bölümü devrimine evrilmiş oldu.  
  • “Mülkiyete saldırıyı ve ürünlerin çalınmasını önleyecek yollar bulunmadıkça tarım yapılamazdı…. Güç sahibi adamlar, başkanları kendilerini soymasın diye bir araya geleceklerdi; kendileri dışında başka bir otorite yoksa bunlar başkalarını soyabilirler de… toprak mülkiyeti de doğuşu bakımından, çoğunlukla böyle bir istilaya dayanır. “
Güç sahibi “korucular” sınıfının en önemli varoluş nedeni potansiyel istilacılardır. İstilacının eksik olduğu dönemlerde yenilerinin yaratılması korucuların en önemli görevi olurken artık iktidarlarından da zevk almaya başlamışlardır. 
  • Önder, ardından gelenler üzerindeki iktidarından zevk almadıkça kolay kolay başarıya ulaşamaz. Bu yüzden de önder, başarısını kolaylaştıracak cinsten durumları , başarısını kolaylaştırmaya elverişili kalabalıkları seçme eğiliminde olacaktır. En elverişili durum tam kararında bir tehlikenin, yani insanlara, ona karşı çarpışacak cesareti verecek kadar ciddi olan, ama korkuyu herşeyin üzerine çıkaracak kadar da yıldırıcı olmayan bir tehlikenin var olduğu durumdur.
Korucuların bu durumu sürdürmeleri ancak “baba”ya dönüşmeleri ile mümkün olsa da kitlelerin ilk çağlardan beri “babayı yemek” gibi kötü bir huyları vardı. Bu kötü huydan kurtulmak için de “ilahi” emirlerle bu hareketin yasaklanması sürdürülebilir iktidarın temel yapı taşı oldu. Aynı ilahi emirler, üreticilere de yeni mülkleri tarım alanlarının mülkiyetini meşrulaştırdığından, iki taraf için de yazılı olmasa da bir “kazan-kazan” sözleşmesi olarak sorgulanmaz hale getirilerek bağnazlığın kurumsallaşması aşaması ile sürecektir.  

Bağnazlığın Kurumsallaşması ve İnanç Sömürüsü   
Toplumun bilinçli olarak bağnaz bırakılması korucuların işine gelen bir durumdur. Yazının ilk olarak ortay çıktığı Babil’de ve oradan yayıldığı Mısır’da inancı tekeline almış kleptokrasi, yazma sanatını da ilahi bir vergi olarak benimsetmiş ve aydınlanmanın yolu gizli tapınak ve tarikat köşelerine hapsedilmişti. Büyük olasılıkla bu durum, sorgulayanların dinsizlik vs ile suçlanarak yok edilmeleri, diğer insanlar üzerinde de mevcut durumun kabullenilerek rahat edilmesi kolaycılığı ile genel bir zihinsel tembellik ile sonuçlanmış olmalı. 

Oluşan bu mevcut durumun uzun vadede ne hükümdarların ne de bu kutsal kastların soyları için faydalı olduğu söylenemez. Sonuçta tüm Mezopotamya, Anadolu ve Mısır’ın kadim devletleri MÖ 12.yüzyıl dolaylarında nedeni çok da açık olmayacak şekilde yok olmuşlardı.(4)
  • İnsanların saçmalığı apaçık bir doktrini istemeyerek de olsa, kabul etmek zorunda bulundukları bir topluluktaki en seçkin insanlar, ya budaladırlar ya da hallerinden memnun değildirler demektir. Bunun bir sonucu olarak da akıl düzeyinde bir alçalış meydana gelir, bu alçalış da çok geçmeden teknik ilerlelemede mutlaka kendini gösterir. Bu özellikle resmi doktrinin, zeki insanların namuslu davrandıkları takdirde kabul edemeyecekleri cinsten bir doktrin olduğu topluluklar için doğrudur. Naziler, en yetenekli Almanların çoğunu sürmüşlerdir, bu ise Almanlar içi askeri tekniklerinde er geç felaketli sonuçlar doğuracaktır... Bir ülkede ulusal hedeflerden sapma önlenebilirse, o ülkenin gücü artabilir, ama eğer ulusal hedeflerden sapmanın önlenmesi için, tüm olarak zeka düzeyini alçaltmak gerekiyorsa o zaman ülkenin gücü artmaz.”
Russell’in isabetle bahsettiği askeri teknolojideki gerileme, bilim adamlarını ve sonuçta atomu bombasını da Batıya kaptırması ile görülecekti. Russel aynı isabetle, yaklaşmakta olan büyük savaşının galibinin ABD olacağını öngörse de, bu galibiyetin ABD’de demokrasinin terk edilmesi ile sonuçlanacağını düşündüğünde yanılmıştı. ABD geçmişten ders çıkarmayı başarmıştı. 
  • Demokrasi ancak geleneksellik kazanacak kadar uzun sürdüğünde istikrarlıdır…gelecek büyük savaştan utkuyla çıkacak biricik devlet, büyük bir olasılıkla ABD olacak ve yine büyük bir olasılıkla ABD’de demokrasi son bulacaktır. 
İktidarı koruma güdüsü ve ve aşık olma durumunun ileri safhaları, gerçek yetenek sahiplerini bastırdığından eninde sonunda o toplumların olmasa bile hanedanların çöküşü ile sonuçlanabilmektedir. Toplumların kaybı da geçmiş birikimleri olmaktadır. Bu olguyu değerlendiremeyen yeteneksiz liderlerin her zaman baskıya başvurdukları görülür. Baskı tepkiyi, tepki de baskıyı daha çok arttırır. O zaman da sadece kendi toplumları için değil, komşularından başlayarak Dünya için tehlikeli olmaya başlayabilirler. Özellikle kendilerine inanan çılgın bir kitle varsa durum tamamen kontrolden çıkabilir. 
  • Bir teokraside yöneticilerin bağnaz çıkmaları olasılığı çoktur; bağnaz yöneticiler ise sert olurlar; sert olunca muhalefetle karşılaşırlar; muhalefetle karşılaşınca eskisinden de sert olurlar. İktidar dürtüleri bile, dinsel gayretkeşlik kisvesine bürünür ve bundan ötürü hiçbir sınır tanımaz olur. İnsanların işkenceye konmasına, ateşte yakılmasına, Gestapo’nun ve Çeka’nın doğmasına işte bu yol açar.”
Bu iktidarlar dogmatik doktrinleri kendi takipçilerine benimsettikleri ölçüde başarısızlıktan da en azından bir süre için azade olurlar. İnsanlar körü körüne bağlandıkları önderlerinin başarasızlıklarını kendi başarasızlıkları olarak kabul edeceklerinden, suçu genelde başkalarında (kendilerini istila etmek isteyen dış güçler gibi) arama şeklinde bir savunma mekanizması geliştirebilirler.  
  • “..bağnazlığın başarıya götürdüğü durumlar, başarısızlık nedenleri az çok karanlıkta kaldığından, bağnazlığın başarısızlığa götürdüğü durumlardan daha iyi bilinmektedir.. Demokrasilerde, çoğunluğun bir hükümet aleyhine dönmesi için önce o çoğunluğun, önderlerini seçerken yanılmış olduklarını kendilerine kabul etmeleri gerekir bunu kabul etmek zor, hem de tatsız bir şeydir.”
Propagandanın Gücü
İhtiras ve güçleri sayesinde gerçek bir yeteneğe gerek duymadan iktidar sahibi olanların, durumlarını sürdürebilmeleri sürekli dozajı arttırılacak bir propoganda ile uzun müddet devam ettirilebilir. Ancak, bu propagandaya maruz bırakılacak kitlelerin, öncesinde zekası düşürülerek (beyinleri tembelleştirilerek) hazırlanmış olması esastır. Yine de  iktidarın bu topluma bu dünyada olmuyorsa da öbür dünyada sunacağı bir havuç olması gereklidir. İş bölümü devriminden beri zaten  bu çıkar ilişkisi aralıksız süregelmiştir. 
  • Propaganda ancak, propagandaya hedef olanın içindeki, örneğin ölümsüz bir ruha sahip olmak, sağlıklı olmak, ulusun büyüklüğünü görmek gibi ve daha akla gelmedik sürüyle güçlü istekten biriyle uygunluk halinde bulunduğu sürece başarı kazanır… 
Liderler ne kadar belagat uzmanı olursa olsunlar, nadiren tüm ulusu birleştirecek değerlere sahip olabilirler. Sadece kendi kitlelerine hitap etmeye başladıkları andan itibaren de adalet dengesi bozulmaya başlar. Denge bozukluğu, sınıfsal, mezhepsel, eğitimsel vb durumlarda ortaya çıkınca, yani bir devrimci bir özne bulununca da huzursuzluk katmerlenerek artar. Bu noktada ya devrimci özne diğer özneleri yanına çekmeyi başarıp yeni bir iktidar kuracak, ya da ezilerek yok olacaktır. 
  • Bir topluluğun çalkantısız olabilmesi için, o topluluk içinde adaletsizliğe karşı başkaldırı duygusuyla tutuşan önemli bir sınıf bulunmamalıdır... Devlet tekelinde bulunan propagandanın bir hükümeti her türlü darbeye karşı bağışık hale getireceğini varsaymak düşüncesizlik olur. İktidarı ellerinde bulunduranlar, tıpkı Luther zamanındaki Papalar gibi, eninde sonunda sıradan insanların çıkarlarına karşı açıkça vurdumduymaz hale gelirler.
  • Büyük miktarda yerleşmiş servetin ve iktisadi görüş açısından proleter sayılan pek çok insanın bulunduğu ülkelerde ise, bu proleterin iş bulmaları lüks istemine bağlı olduğundan, siyasal savaşımda zenginleri tutarlar. Bu bakımdan, eğer bir sınıf savaşı çıkarsa bu savaşı proletaryanın kazanacağı hiç de kesin değildir.”
Bu noktada devrim sürecinin olabildiğince kısa tutulması esastır. Hiçbir toplum uzun süreli belirsizliklerden hoşlanmaz ve coşkusu uzun sürmez. Süreç uzadıkça, farklı devrimler isteyen diğer aktörlerin ortaya çıkması ile süreç başarısızlığa uğrayabilir. O zaman da kendilerini korumasız hisseden büyük kitlelerin eski rejime yönelmeleri kaçınılmaz olur. 
  • “Propaganda yönetimlerine coşku yaratmak amacıyla ne kadar çok başvurulursa, tepki de o derece şiddetli olur ve sonunda, sakin bir yaşam, elde edilmeye değer biricik şey gibi görünmeye başlar insanlara.

Güce Tapıcılık 
Güce tapma insanlık avcı-toplayıcı toplumdan yerleşik düzene geçtikten sonra gelişmiş olmalı. Sonuçta hareket halinde olan avcı-toplayıcılar, baş edemeyecekleri bir tehlike ile karşılaştıklarında sadece yer değiştirerek kendilerini güvene alma imkana sahiptiler. Neolitik sözde devrimle gelinen yerleşik düzene geçiş ile, ekip biçtiği toprağı sahiplenen, onun üzerinde katma değer yaratan insanoğlunun kaybetme riski yüksek değerleri de arttı. İstilacılara karşı “koruyucu baba” fikri başlangıçta böyle şekillenmiş olmalı. Onbin yıl öncesinin ilk höyüklerinde duvarlarda sergilenen atalara ait kafatasları büyük ölçüde koruyucu birer motif olarak ortaya çıkmıştı. Hayattayken kendilerini koruyan “babalar” ölüm sonrası neden bu görevlerine devam etmesinlerdi?. Höyüklerdeki bu küçük tapınakçıklarda korunma amaçlı medet umulan semboller, toplumlar ilerledikçe büyük tapınaklardaki büyük sembollere yerlerini bıraktılar. Tapınılan aktörler de ete kemiğe büründüler ve krallar halini aldılar. İşin ilginci zamanla kralların da, kendilerinin diğerlerinden farklı olduklarını kabullenmeye başlamış olmaları ve kendilerine atfedilen kudreti doğal kabul edip kullanmaya başlamaları. 
  • Eli altında sınırsız mekanik güç bulunduran insan, eğer kontrol edilmezse kendini bir Tanrı -Hıristiyanların sevgi tanrısı değil, putperestlerin Thor’u, Vulkan’ı-  gibi hissedebilir 
  • Öte yandan eğer seçmenin ateşli hayranı olduğu bir lider varsa, o zaman işe karışan psikoloji, monarşi ile birlikte üzerinde durduğumuz psikolojidir; yani, kralla kabilesi ya da kendisini eylemle destekleyen bir grup arasındaki bağ psikolojisi. Bütün usta siyaset tahrikçileri ya da örgütleri kendilerini halkın bireye bağlanma arzusunu kamçılamaya adarlar. Eğer bu birey büyük bir lider çıkarsa, sonuç tek adam yönetimi olur.
  • Bir iktidar, uyrukları ona başka hiçbir nedenden ötürü değil de, sadece iktidar olduğu için saygı duyuyorlarsa yalındır. Yani uyruklarının  onayına dayanmayan bir iktidar türüdür.” 
Pederşahi sistemin temel zaafı, başlangıçta büyük güçler atfedilen kralların, oğullarının (ya da kızlarının) da benzer özellikler göstereceklerini kabullenmekti. Yani geleceğin de geçmiş gibi olacağının beklentisi içindeki tümevarımsal bir yanılgı. Büyük halk kitlelerinin bu beklentisini kleptokrasi iyi yönetti. Perdenin önündeki soyun devamı olan krallar uzun süreler perde arkasındaki bu güçlerce idare edilirken yaşanan aslında monarşiden çok oligarşiydi. 
  • Bütün büyük örgütlerde dizginleri ellerinde bulunduran kişilerin iktidarı hatırı sayılır derecede oldu mu, bu kişilerden daha önemsiz adamalar (ya da kadınlar) ortaya çıkar ve kişisel yöntemlerle önderlerine söz geçirebilme olacağını elde ederler… Kalıtım yoluyla geçmeyen bir iktidar biçimi olan, diktatörlüklerde, diktatör ölünce bu tip adamlar onun yerini almayı  umabilirler.” 
  • Kral oluncaya kadar orduları yönetenler, Kral olduktan sonra kutsallık kazandıkları için artık ordu yönetmezler; onlara hoşlarına gitmeyecek gerçekler de söylenmez, zira o gerçeği söyleyeni idam ettirebilirler. Krallar zamanla sadece simge haline gelirler, günün birinde halk uyanır ve Kralın, hiç de değerli bir şeyin simgesi olmadığını anlar.”
Kralların yetenekleri bu şekilde azaldıkça, aradaki farkı dini doktrinlere sarılarak kapatmak gerekebilir. Kralın tanrısal güçlere sahip olduğu düşünülen Babil’den beri bu krallara kutsiyet atfedildiğinden, yanılmaz olduklarına inanmış kitleler uzun süreler boyunca ortaya çıkan her hata ve yenilgiye kralın dışında nedenler üretmek konusunda mahir hale gelmişlerdir. Zira kralın zaafiyetinin aslında kendi boş inançlarının zaafiyeti olduğunu bilirler ama kabullenemeleri zordur. 
  • Savaşta yenilmenin teolojik iktidar üzerindeki yıkıcı etkisi, ilk iktidar üzerindeki yıkın etkisinde çok daha azdır.” Roma yağmalandığında kılıçtan kurutlan putperestler, Roma’nın eski tanrılar terkedildiği için bir ceza olarak yıkıldığını iler sürüdüler, ama bu sav tüm gücüne karşın kamuoyunun desteğini alamadı, bilakis yenenler Hıristiyan dinini benimsediler.”  
Benzer durum krallıklardan sonra ortaya çıkan cumhuriyet dönemi iktidarları için de söz konusudur. Devrimci bir anayasa nadiren insanların yüzyılladır süregelen alışkanlıklarına yanıt verebilir. Siyasi / askeri devrim sürecini yapanlar bunu kültürel devrimler ile destekleyerek bu sorunu gidermeye çalışsalar da başarı hızla gelmez. Bunun tarihteki en önemli örneklerinden birisi, firavun İkhna Aton (Amonhetep) döneminde Mısır’da yaşanmış, tek tanrılı Güneş dinine geçmek isteyen firavun, hayatını onları yoketmeye adadığı Amon rahiplerince bertaraf edilmişti. Belki Musa ve kavmi bu karışıklıkta Kızıldeniz’i geçip, Kenan iline ulaşmıştı.(5)  

Diğer dramatik örnek tüm Çin’i MÖ 2.yüzyılda birleştirmeyi başarmış Qin Shi Huangdi döneminde yaşanmış, büyük siyasi devrim sırasında Konfiçyüs takipçileri diri diri gömülmek suretiyle geçmişin alışkanlıklarından kurtulmak hedeflenmişti. Oysa yeraltında büyüyerek süren Konfiçyüsçülük, Hunagdi’nin ölümünden hemen sonra tekrar hortlamıştı. Kofüçyüsçülük etkisinde, Dünyanın 17.yüzyıla kadar yapılmış tüm önemli buluşları (matbaa, kağıt, barut, pusula) Çinliler tarafından yapılmış olsa da, bu buluşlara ihtiyaç duyan önemli keşiflerin neredeyse tamamı Avrupalılar tarafından yapılacak ve tarihinin akışına Avrupa hükmedecekti. 
  • Cumhuriyet hükümeti biçiminin kalıtsal hükümet biçimi yerini alışının ani olduğu yerlerde, yeni anayasa insanların alışkanlıklarına yanıt verdiği ölçüde saygıyla karşılandığından, bu ani değişiklik çoğunlukla sorunların doğmasına yol açar. Bundan ötürü tutkulu kişiler diktatör olmaya çalışırlar ve bu niyetlerinden ancak uzun süreç içinde sürekli başarasızlığa uğradıktan sonra vazgeçerler. 

Ganimet Ortaklığı
Kitleler her ne kadar iktidarı verdikleri liderleri ile kendilerini özleştirmiş ve aynı amaca yönelmiş hissetseler de, tüketim arzularını bastırmaları uzun dönem mümkün olmaz. Servet edinmenin en kolay yolu da, ele geçirilen iktidar yolu ile “ötekilerin” servetlerine çöreklenmektir. O zaman da “ganimeti” meşrulaştıran doktrinlere sarılınabilir. Ganimetin de her zaman dış kaynaklı olması gerekmez. Ayrı sınıflar ve hayat tarzındaki insanlar da “fethin” nesnesi haline gelebilirler. Yani iktidar ile bir kısım paydaşı bir çıkar örgütü haline gelebilirler. İşin doğası gereği de bu çıkar örgütü içinde zaman içinde iktidar çatışmaları çıktığında, yapılan kayırmacalar “ötekiler” üzerinde rahatsızlık kaynağı haline gelmeye başlar. Birgün kendilerinin de benzer haksızlıklara uğrama ihtimali, çıkar örgütünün paydaşları içinde de rahatsızlık yaratırsa örgüt dağılma yoluna girecektir. Nadiren büyük kitleler sürekli adaletsiz olarak davranmaya devam edebilirler, zira istekler sınırsız ama paylaşılacak parsa sınırlıdır.  
  • Filip zamanında Yunanistan’da ve Rönesans İtalyasında çeşitli özerk devletlerin bir dereceye kadar işbirliğine gitmeleri kendileri için ölüm kalım konusu olduğu halde, bu işbirliği sağlanamamıştır. Aynı şey bugünün (1938) Avrupası için de söylenebilir. Kumanda etmek ya da sadece bağımsız kalmak alışkanlığına sahip insanları , gönüllü olarak yabancı bir otoriteye boyun eğdirmek çok zordur. Böyle birşey ancak küçük bir grubun çoğunluk zararına büyük kazançlar elde etmeyi umduğu ve liderlerine, girişim insiyatifini onun ellerine bırakacak kadar güvendiği korsanlar çetesi içinde gerçekleşebilir. Toplumsal Sözleşmeden doğmuş bir yönetimden ancak bu gibi bir durumda söz edilebilir, ama o zaman  da söz konusu sözleşme Rousseau’nun sözleşmesi değil, Hobbes’un sözleşmesi, yani vatandaşların (ya da korsanların) kendileriyle liderleri arasında yaptıkları sözleşme değil, sadece kendi aralarıda, birbirleri ile yaptıkları sözleşmedir. Burada psikolojik bakımdan önemli nokta, insanların öyle bir sözleşme yapmaya, ancak yağma ya da fetih için büyük olanaklar bulunduğu zaman istekli oluşlarıdır. Genellikle apaçık biçimde olmamakla birlikte, mutlak hükümdar olmayan kralların bir savaş kazanmakla daha mutlak hale gelebilmelerini sağlayan şey işte bu psikolojidir.” 

Sonuç
Tarihte kötü olarak anılan hiçbir iktidar ilelebet sürmemiştir. Sonuçta farklı da olsa her toplumun bir tahammül eşiği vardır. Etraflarında iktidardan nemalanan zümre büyüyüp serpildikçe, liderler de kendilerinin daha sorgulanamaz nitelik kazandığını düşündüren iktidar yanılsamasının esiri olurlar. Liderlerin etraflarını saran zümre ne kadar genişse, iktidardan uzaklaşma süreci de o kadar kısa olabilir. Tabii genellikle o zümre içinden de durumu anlayanlar propagandanın dozajını arttırarak bu uzaklaşma sürecini uzatmaya çalışacaklardır. Liderlere körü körüne bağlanmış kitle büyükse ve halen doyurulma umudu taşıyorsa, lider direndiği durumda  iktidardan kopuş süreci bir iç savaş ile neticelenebilir.
  • Genel bir kural olarak başkaldırma düşüncesinin kafalarda doğup yaygınlaşması için , uzun süren çok iğrenç bir yönetim gerekmektedir.”
  • Devlet propagandasının, çoğunluğun çıkarlarına karşın ne derece ve ne kadar zaman için tutunabileceği, yanıtı hala kesinlikle verilememiş bir sorudur.
  • insanların uğrunda dövüşmeyi göze aldıkları sorunların bulunduğunu ve bu sorunlar bir kere doğdu mu, hiçbir yönetim biçiminin iç savaşı önleyemeyeceğini söylemek istiyorum. Hükümetlerin en önemli amaçlarından biri, sorunların, bir iç savaşa yol açacak kadar sivrilmesini önlemek olmalıdır.”
Her ne kadar geleceğin geçmişin bir benzeri olacağını varsaymak hatalı olsa da, tarih bizi toplu kıyım ve yıkımlardan koruyacak pek çok örnek barındırır. Aynı hataları tekrar eden toplumlar, aydınlarını yok ederken, bağnazlığı yüceltmiş olanlardır. Son hataya geldiklerinde ise bir daha hata yapmaları mümkün olmayabilir. 

Son sözü yine Russell’a bırakalım:
  • Kudret zararsız hale getirilmedikçe … bütün insanlığın hizmetine verilmedikçe, Dünya için bir umut yoktur; zira teknoloji şunu kaçınılmaz hale getirmiştir. Ya bütün insanlar yaşayacak, ya bütün insanlar ölecek”


Derleme ve yorumlar

Ender Şenkaya
Ekim 2019

Referanslar:
(1) Maslow, Abraham, A theory of human motivation, 1948
(2) Maclellan, Lila, “Maslow’s pyramid” is based on an elitist misreading of the psychologist’s work, Quartz.com
(3) Diamond, Jared, Tüfek, mikrop ve çelik
(4) Cline, Eric H., 1177 Medeniyetin çöktüğü yıl
(5) Freud, Sigmund, Hz.Musa ve Tektanrıcılık